Kasım yavaş başladı, hızlı ve belalı geçti bizim için. Gerçi bela demek gerçek sıkıntı ve belalara haksızlık olur şimdi. Abartmayayım ama keyifsiz geçti diyebilirim. Allah başka dert vermesin ama Aralıktan da pek umudum yok benim.
Yeni hastaneye taşınma ve uyum sağla(yama)ma, kariyerini yeni bir eksene oturtmaya çalışma ve aşırı nöbet uykusuzluğunun üzerine, Barış’ın hastanelik olma süreçleriyle, kendim için zor bir dönemden geçiyorum.
Kongre vardı biliyorsunuz. İnstagram’dan an be an paylaştım sizlerle. Kongreler sadece yeni bilgilerle donandığımız zamanlar değil. Aynı zamanda yeni arkadaşlar edindiğimiz eski arkadaşlara doyduğumuz yerler. Kongre dönüşü tam ne yapsam nasıl yapsam, yeni hastanede devam mı etsem yoksa kendime bir klinik mi açsam diye düşünürken olan oldu..
Şöyle ki o gün oldukça karışık bir programım vardı. Nöbetten çıkmış, bir proje ile ilgili olarak birileri ile buluşmuş ve eve kendimi zor atıp bir yemek yedikten sonra Çağın’ı karşılayıp BİLSEM’e bırakmıştık Barışla. Yol boyunca midem ağrıyor diye söylendi Barış. Ama mide fıtığı olduğu için ve ara ara midesinden şikayet ettiği için çok da önemsemedim. Akşam erkenden yattı. Ne olduysa ondan sonra oldu. Önce kusmaya başladı. Fark ettim ki bizim melena dediğimiz şekilde yani sindirilmiş kan şeklinde kusuyor. Sonrası Barış’ı zorla hastaneye götürüşümüz. Endoskopi, filmler ve ameliyat… Mide fıtığı bağırsakta kısmi tıkanıklığa ve midede sindirim sorunlarına yol açmıştı. Endoskopide önemli bir şey çıkmadı ve ameliyat son derece başarılı ve hızlı geçti. Ama tabi ben tüm tetkikler sonuçlanıncaya kadar dokuz doğurdum. Doktor olsanız da en sevdiğiniz önemli bir sağlık sorunu geçirdiğinde soğukkanlılığınızı kaybedebiliyorsunuz. Gene de Barış ameliyata girerken ve hastanede yattığı sürece etrafa özellikle de Çağın’a ve kayınvalideme çaktırmamaya çalıştım.
Tam ameliyat başarılı geçti, her şey yolunda derken bu sefer de ben balkondan mutfağa geçerken kapalı camı göremedim ve küüt diye suratımı balkon kapısının camına geçiriverdim. Ben böyle fiziksel bir acı yaşamadım… Bir anda ağzım yüzüm kan revan içinde kaldı. Apar topar kendimi hastanede bir Kulak Burun Boğaz Uzmanının yanında buldum. Allahtan burun kemiğimde kırık yoktu ve durumu ufak bir bandaj ve destekleyici tedavi ile atalatacaktım. Bugün hala olayın üzerinden bir hafta geçmiş olmasına rağmen burnum oldukça sızlıyor ve göz etrafımdaki morluklar henüz geçmedi. Ama gene de verilmiş sadakamız varmış. Yüzüm gözüm dağılabilirdi, kör olabilirdim. Ucuz atlattım.
Yüzüm gözüm mosmor, burnumun ortasında kocaman bir bandajla gezerken soran herkese de bakar körlüğümden yakındım. Camlarımın görünmeyecek kadar temiz olduğundan dem vurdum. Zaten genelde böyle zamanlarda halime üzülüp kendime acımaktansa şükretmek ve dahası kendimle dalga geçmek daha iyi hissettiriyor beni. Bilen bilir… Çok optimist bir insanımdır. Boğazıma kadar suya batmış olsam daha burnumuza çok var derim…Ve hamam böcekleri kadara da dayanıklıyımdır. Acıya, çok çalışmaya, düşüp düşüp kalkmaya…O yüzden bu olaya da şükrederek bakmaya çalışıyorum. Mide kanaması ciddi seyredebilirdi. Mide fıtığı bağırsağın kanlanmasını bozarak bir kısmını çalışmaz hale getirebilirdi. Ama çok şükür ki bunlar gerçekleşmedi. Cerrahımız çok iyiydi, sadece basit bir mide fıtığı idi ve ameliyattan kısa bir süre sonra Barış kendi isteği ile de olsa eve çıkabildi. Ve benim yüzüm gözüm dağılmaktan son anda kurtuldu.
Dediğim gibi genelde iyimser ve dayanıklıyımdır. Ama tabii ben de insanım ve bazen tüm bunları taşıyamıyorum. Her gün şevkle çalışmaya gittiğin hastanenden bir emirle hop başka bir hastaneye atanıvermiş buluyorsun kendini. Üstelik seçme hakkı bile tanınmadan… Ve de yeni geldiğin hastanede işini yaparken çok zorlanıyorsun. Neyse yukarıda da değindiğim gibi Allah can sağlığı versin….Kazasız belasız günler nasip etsin. Gerisi bir şekilde hallolur.