Bilmem size daha önce hiç bahsetmiş miydim kışı hiç sevmediğimden? Hayatımın büyük bir kısmını Adana ve Mersin’de geçirdiğim için mi yoksa ağustos doğumlu olduğum için mi bilemeyeceğim ama iflah olmaz bir yaz severim ben. Liseyi Mersin’de bitirip, Tıp Fakültesi için Ankara’ya gittiğimde Mersin’e dair en çok özlediğim şey iklimi olmuştu. Ankara denen memlekette karasal iklim hüküm sürüyordu ve kış mevsimi ekim ortasında bir başlıyor, mayısa kadar devam ediyordu. Kat kat giyinir, ağzımı burnumu sarar gene de ısınamazdım. Kar denen şeyin sadece pencereden baktığınızda veya kayağa gittiğinizde güzel bir şey olduğunu anlamam da gene üniversitenin ilk yılına denk gelir. Ankara’da kar, aralığın sonunda bir yağmaya başlar, haftalarca, bazen bir iki ay sokakları işgal ederdi. Üstelik yoğun kar yağışının olduğu günler ilk ve orta dereceli okulların yanı sıra, kampüsleri şehir dışında olan üniversiteler de tatil olurdu. Hacettepe veya ODTÜ’de okuyan arkadaşlarımız kar tatili yaparken biz, kaymamaya, soğuktan üşütmemeye çalışarak okula giderdik. Üniversitedeki ilk senemde yakam bir türlü hastalıktan kurtulamadı, neredeyse tüm kışı aksırıp tıksırarak, öksürerek geçirdim. Okul bitince yaşadığım şehirler ise gene kışı uzun süren şehirlerdi.
O yüzden Adana’ya tayinimiz çıktığında en sevindiğim şeylerden biri ılıman iklime yeniden kavuşacak olmam oldu. Evet yaz çok sıcak geçiyor, bazı günlerde nemden nefes bile almak zorlaşıyordu ama olsun; Adanalı, yazın iki ayında sıcaktan kavrulmanın ödülünü Türkiye, soğuktan kırılırken tüm kışı bahar havasında geçirerek alıyordu.
Adana’ya taşınınca bu ”yazın cefasını çekme, kışın sefasını sürme” modeline hızla ayak uydurdum. Nisan ayı itibarıyla parmak arası terlik, askılı elbise moduna geçiş yapmak pek bir hoş geldi bana. ”Hiç mi kış olmuyor burada ”derseniz tabi ki oluyor ama kısa sürüyor ve ülkenin diğer yerlerine göre daha ılıman geçiyor. Havanın sıfır dereceye yaklaşması nadir bir durum.
İşte o kısa sürecek kış geçtiğimiz pazar şehrimize teşrif etti efendim. Hava ısısı 12-14 derece civarına düştü, kaloriferler yandı, üşüyen ayaklar için ev ayakkabıları çıkarıldı, kıyafetler bir kat daha kalınlaştı. Dün sabah da nöbet çıkışı ilk kez palto giymek zorunda kaldım. Biliyorum Adana gibi bir şehirde kıştan bahsetmek, şu anda soğuktan kırılan ülkenin diğer yarısında yaşayanlara göre biraz şımarıklık olabilir ama az ya da çok sevmiyorum şu kış denen mevsimi. Kat kat giyinmek, güneşi görmeden günler geçirmek bende mutsuzluk hissi uyandırıyor.
Kışı neden sevemiyorum
- Grip aşısı olalım mı soruları başlar. Ol desen bir türlü, olma desen bir türlü…
- Önüm arkam, sağım solum bronşiolit olur. Bronşiolit mevsimi ekimde bir başlar, tüm kış sürer. Serviste hasta yatıracak yer bulamayız.
- Astım hastası olduğumdan her kış, genellikle zor geçen bir iş haftasının ardından atak geçiririm. Şanslıysam bir hafta, genelde daha uzun, kucağımda nebülüzatör, yorgan döşek, nefessiz yatarım.
- Kış saati uygulamasının varlığı bile başlı başına kışı sevmemem için bir neden. Annelerin kış saati uygulaması ile imtihanı diye bir kavram var. Uygulamanın başlaması ile evin miniği, siz deyin saat altı ben diyeyim beş, sabahın köründe gözünü açıp, başınıza dikilir, o günkü enerjiniz daha sabahın ilk saatlerinde tükenmiş olur.
- Hava öğleden sonra saat 15.30- 16.00 oldu mu kararır. Hastaneden hava kararınca çıkmak zorunda kalınır. Karanlıkta araba kullanmak ise benim gibi acemi şöförler için daha zordur.
- Ve her Türk annesi gibi kışın başlaması ile ‘çocuğum üşür mü, üşüyüp de hastalanır mı’ evhamlarının içinde bulurum kendimi.
- Soğukta daha kalın kıyafetler giymek zorunda kalınır. Kat kat giyinince de zaten pek ince değilim, daha şişman görünürüm.
Ha sevdiğin bir şeyi yok mu kışın diye sorarsanız, kestane diye cevaplarım. Ama o da kilo aldırıyor işte.
Bu kışı da savarız inşallah başımızdan sağ salim…
Ayy alın benden de o kadar.
Ama Adana’da yaşayıp da soğuktan dem vurmak biraz ayıp olmamış mı?