Cumartesi gecesi oturdum bilgisayarımın başına, hayatın bana hep iyi davranmasına, çalışmayı ve üretmeyi çok sevmeme, mesleğime aşık olmama rağmen mesai dışı saatlerde çalışırken çok zorlandığımdan bahseden bir yazı yazacaktım. Çağın’ı özellikle de 36 saatlik nöbetlerde ne kadar özlediğimden ve o mis gibi kokusunun nasıl burnumda tüttüğünden dem vuracaktım. Ama kısmet olmadı. O hepimizi yasa boğan korkunç olay meydana geldi. Elim, yazmaya başladığım cümleleri tamamlamaya gitmedi. Bu yazıyı yazdığım an itibarı ile 44 gencecik insan şehit oldu. Kırk dört eve, analarının, babalarının, çocuklarının, arkadaşlarının gönlüne hiç sönmeyecek bir ateş düştü.
Ertesi gün sabah Çağın’ı yüzmeye götürdüm. Yolda o bile fark etti yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu. Yol boyu ‘’Anne niye konuşmuyorsun?’’ deyip durdu.
Tüm gün boyunca evde bir sessizlik hakimdi. Televizyon zaten kapalı. Biraz ders, biraz kutu oyunu derken akşam oldu, uyudu.. Minik kollarını boynuma dolayıp, iyi geceler öpücüğünü verirken elbette bilmiyordu kırk dört gencin umutları, hayalleri ile birlikte yok olduğunu. Yanında bu konuları konuşmuyor ve televizyonda haber izlemiyoruz. Zaten bizim evde de çok şiddetli hissedilen Adana patlamasından sonra gök gürlese “Anne gene bomba mı patladı?” diye soruyor.
Pazartesi henüz daha üzerimizdeki kasveti atamadan bu sefer de Halep’ten kötü haberler almaya başladık. Halep çok uzun zamandır bir yangın yeri idi zaten. Ama son günlerde yaşanan insanlık dramı ayyuka çıktı. Bir yandan şehitlerimiz bir yandan Halep…
Buraya beslenme ve ek gıda ile ilgili yazılar yazmaktı planım bu hafta için ama hiç içimden gelmedi. Tüm hafta işe gidip geldim, yüreğimde koca bir hüzün yumağı hasta baktım, eve gelip Çağın’ın ödevlerine yardım ettim, oyu oynadım, uyuttum. Gazete, televizyon ve internette yayınlanan Halep’e ait görüntülere bakmadım, bakamadım. Aynı şekilde Çağın’ı da haberlerden ve sanal ortamlardaki görüntülerden uzak tuttum. Onun yanında şehitlerden, katliamlardan, ölümlerden bahsetmedim. Çünkü biliyorum ki bu yaş çocukları bu olayları kendilerince yorumlayabilir, kendi başlarına da aynı şeyin geleceğini zannedebilirler. Bazılarınıza yanlış gelebilir, ”Dünya gerçeklerini bilerek büyüsün çocuklar.” diyebilir ama ben öyle düşünmüyorum. Çocuklarımızı bu kaostan, bu şiddet olaylarında ne kadar uzak tutarsak o kadar iyi olacak bence. Özellikle küçük çocukları olan ailelere de benzer şeyleri naçizane tavsiye ediyorum.Bir kere daha söylemek istiyorum ki lütfen yavrularımıza şiddet içeren görüntüleri izlettirmeyelim. Onlara kendilerini endişelendiren ve üzen konularda merak ettiklerini bizimle konuşabileceklerini şekilde güven verelim. Çocuklarımızın yanında onları korkutacak haber ve olayları konuşmaktan mümkün olduğunca kaçınalım. Çocuklar dinlemiyor gibi gözükseler de aslında pek çoğunu dinler ve kendilerine göre yorumlar yaparlar. ‘’Annem babam da ölecek, ben de öleceğim.’’ gibi… Eğer kötü haberlere maruz kalmışlarsa anlayabilecekleri şekilde, soyut kavramlar kullanmadan olayları anlatalım. Ancak bunu yaparken işi detaylandırmaya, olayın en kötü yönlerini anlatmaya gerek yok. Yaşlarına ve gelişimlerine uygun bilgi vermek onları rahatlatacaktır.
Şimdilik elimden, onu bu kötü haberlerden bu şekilde korumaktan bir şey gelmiyor. Biz yavrularımıza sarılıp uyuyabiliyoruz çok şükür. Ama ya hayalleri ve umutları da yitip giden evlatları ile birlikte tükenen ana_babalar? Ya açlıktan, soğuktan ölen bebeler? Bir yanım çok umutsuz bu coğrafya, bu ülke için. Ama bir yanım da Yaşar Kemal gibi düşünüyor:
Gözleri kocaman çocuklar için değer…
Mücadeleye değer…
Bir hayat pahasına olsa da değer…