Yaz, Adana’ya olanca sıcaklığı ile çöktü. Yaz ayları başka meslekler için tatil ayları demek olsa da biz sağlık çalışanları için binbir zorlukla ayarlanacak bir iki hafta tatilin öncesinde ve sonrasında iki kat fazla mesai yapmakla eşdeğer. Çalışma arkadaşlarımız birer birer izne ayrılıp, tatile gidince bakılan hasta sayısı ve tutulan nöbet sıklığı da artar hali ile. Çünkü hastalıklar hiç bir zaman tatile çıkmaz, dinlenmez… Kış aylarının bronşiolitlerinin, zatürelerinin, gribal enfeksiyonlarının yerini yaz aylarında ishaller, gıda zehirlenmeleri, bizim gibi her tarafından kanallar geçen bir şehirde yaşıyorsanız suda boğulmalar alır.
Bu yıl da Haziran ortası itibarı ile gene aynı döngü içine girdim. Poliklinik yap, nöbet tut, poliklinik yap, nöbet tut…..Bir ara haftada 76 saat çalıştığımı farkettim. Böyle zamanlarda tüm hayatım eve gelip, Çağın’la biraz vakit geçirip, o uyuyunca da uyumaktan ibaret oluyor. Zavallı Çağın da havuza inmek, evde mayoları giyip tatilcilik oynamakla yetinmek zorunda kalıyor. Oysa ki ben de 10 yılını doldurmuş her devlet memuru gibi kazanılmış hakkım olan 30 gün yıllık iznimi alıp, gönlümce tatil yapmak istiyorum ama bu şu anki Türkiye koşullarında bu mümkün görünmüyor. Biz de yaz aylarında bir ay izin kullanabileceğim günlere kavuşuncaya kadar arada derede alabildiğim birer haftalık izinlerle idare edeceğiz.
Eylül tatillerini pek seven bir aile olarak bu yıl Çağın’ın okullu olmasından dolayı yaz tatilimize 8 yıllık evliliğimizde bir ilki gerçekleştirerek Ağustos ayında çıkıyoruz. Bu günden itibaren 1 hafta gürültüden uzak küçük bir Bodrum otelinde stressiz bir anne-baba-çocuk tatili geçireceğiz. Adana’nın meşhur yaz sıcağına kısa bir ara verip kendimizi Bodrum’un serin sularına atacağız.
Dönüşte Çağın’ın kısa hayatında yepyeni bir sayfa açılacak okullu olacak. Okul seçerken nelere dikkat ettiğim, Çağın’ın okula adaptasyon maceraları tatil dönüşü yazacaklarım arasında. O zamana kadar hoşçakalın….